2 Şubat 2010 Salı

Sevgili Günlük

Anam düşündüm de, ne az yazıyormuşum bloga yahu. Öyle miydi eskiden dedim kendime. Pek yazar, pek okurdum. Ne çok uzaklaşmışım - kendimce cebelleştiğim - cibilliyetsiz edebiyatımdan. Dün akşam oturdum, sıvadım kolları "Gak," dedim kızım "yazmak lazım.". Becerdim de ne mutlu bana. Bunu şimdi doğaçlama yazıyorum tabii, şu sıra ufak hikayelerime gömüldüm. Klavye pek sağlam değil kimi kelimeler bitişiyor. Mazur görün.

Çok temiz bir çocukluk yaşadım diyemem. Haddinden fazla acı sığdı şu yirmi seneye. Bunlara da pay çıkardım kelimelerden. Yazdım da yazdm. Arkadaş kavgası, kalk yaz bir şeyler. Dost kaybı, hele bu epey katkı sağladı yazılarıma, hüzünlen, acıyı sür kağıda. Hele hele sevgili davaları. Ne çok yazıyordum onlara. Hiçbir değeri olmayan, şimdi burdan 16 yaşıma selam çakıp "neydi la o?" dediğimde " ne biliym abi, değer verdik"cevabını aldığım ama şu halimle cidden büyüdüğümü anladığım insanlar. İçi dolu turşucuklar. Hepsine minnettarım. Kötü de olsa, depresyon da olsa kelimelerin bükük boyunlarını hala görüyorum. Bu bir yazar için büyük şey! Helal lan bana.

Şu sıralar pek düşünüyorum aslında neden yazamıyorum eskisi gibi, eskisi kadar diye. Bir de istatistiğine baktım yazdıklarımın genelinin. Sonuç pek şaşırtmadı beni: %90 kadarı melankolinin kokusunu taşıyor. İlk okuduğum kitap sanıyorum "Çocuk Kalbi"ydi. İkincisi "Jane Eyre" diye hatırlıyorum. İkisini de bitirdikten sonra ağlamıştım.

13 yaşımda falandım sanıyorum, çok net hatırlamıyorum. O zamanlar tanıştım küçük İskender'le. Başlarda anlamıyordum imgelerini. Anlatmaya çalıştıklarını düşünüyordum uzun uzun. İki günde rahat bitirebileceğim bir kitabını ancak iki haftada bitirebiliyordum. Sevmiştim ama adamın her şeyini. Koca bir yıl boyunca harçlıkları biriktirip kitap alır olmuştum. Annem pek hoşlaşmamıştı İskender'den. O da pek okurdu, önce ben alır okurdum, beğenirsem alır okurdu. Zaten "sorunlu ergen"dim, pek işe yaramamıştı bu adam bana. Kişisel gelişim kitaplarını yeğliyordu benim için ama ben seçimimi yapmıştım. Ergendim.

Çok sonraları bir de Ahmet Altan'ın efsanevi kitabı "En Uzun Gece" geldi ki tabiri caizse yüreğimi dağladı. Malum ergenlik, üzerine bir de "herkesin sevgilisi var olm. benim niye yok lan. şişman mıyım hacı? güzel değilim de zaten."ler başladı. Ne kafası yaşıyorduysam -ki hala yaşıyorum o kafayı az çok- kitaptaki kadınları kafamda kurar, beceriksiz de olsam onları resmederdim. Çok kıskanırdım onları, yapacak bir şey yoktu. Gözlerine kalem çekebiliyordu mesela onlar, ben gözüme sokuyordum, gözüm yaşarıyordu falan. Erkekleri de çizerdim tabii, yetmezdi o adamlara aşık olurdum. "Bu benim hayallerimdeki erkek işte, David Caine*!" bunun son örneği sanıyorum. Neyse, konuyu dağıttım yine, anıya girip çıkamadım. "En Uzun Gece" bitince dağıldım, ağladım da ağladım. Hala kitaplığımda, baş köşede duruyor. Ankara'ya her gelişimde tozunu alıyorum falan.

Sadede geleyim yavaştan. Bukowski de yaklaşık bir senem boyunca yastık altı sevgilim olmuştu. Bukowski'ye de aşıktım. Onun kadınlarına, anılarına... Kafka'dır, İskender'dir, Bukowski'dir, Hakan Günday'dır derken bir de baktım - bakamadıydım o dönem gerçi, memnundum halimden- git gide bu adamlara benziyor, kendi kafamı karıştırıyor, bunu her yazıma yansıtmaya başlıyorum. Hayır, kesinlikle mutsuz değildim çünkü okul gazetesinden şehirde yayınlanan bir dergiye kadar ulaşmıştı yazılarım. Birkaç da şiir yarışmasına katılmış derece almıştım. Demek ki iyiydim. Bozmamaya karar verdim.


Düşünüyorum diyorum ya. Neden yazamıyorum şu sıralar diye. Çünkü yolunda çoğu şey. Ya da ben eskiden çok fazla takıyormuşum kafaya her şeyi, artık pek tesiri olmuyor acıların. Büyüğünden getirin ulan!

Kar ne güzel diyorum, Ankara güzelleşmiş diyorum, film izlerken cak cak öten kuşa küfredip yan odaya götürmüyorum falan kuşu. Bu yüzden yazamıyor, eski yazıları "post"luyorum filan. İyi midir? İyidir de ben pek kuş, böcek, yeşil , ağaç yazamıyorum.

İçimi epey döktüm yine. Bir nebze de ifade ettim sanıyorum kendimi. Yeni yazılarımla çok yakında dönüş yapıyorum efenim bloga. Hoş, burda yeniyim ama olsun. Yola burda devam ne de olsa.

Takip edenlere saygılar, sevgiler.

*- David Caine , Adam Fawer'ın efsane kitabı "OlasılıkSız"ın baş kahramanı. Benim de kahramanımdı.

1 yorum: