30 Nisan 2010 Cuma

siyah süt

geçmişe toz kondurdu fırtına
şehirde kaybolan ruh seni aradı
içinde bir sen vardın gecenin
bir de sen.
acıyla törpüledim yaşlarımı
aşk denen illetin yüksek mertebelerine
hayır , biz erişemedik
ve sen iterken beni fırtınaya
mor bir çığlık döküldü ağzımdan
yüzün kanardı gecelerce
aşk ağlardı
hayatın göğüslerinden emdiğim siyah süt
ilk defa zehirledi beni bu gece
ve sen iterken beni fırtınaya
sevdiğimi fısıldadım o gece
bir
yağmur şahit oldu kanayan aşkıma
ölüm mısralarıma dokundu ve sen
uzaktın cidden.

o sabah


rüyalarımda
sürekli bir ölü taşıyorum
güçsüz omuzlarımda
beyaz tenim kararıyor
ve umut ıslak bir kefenin içinde
ve çelme yiyor ruhum
korkuyorum artık
yeniden yaşamaktan ve kader
son bir darbe peşindeyken
ben seni görüyorum rüyalarımda
terkediyorum seni
sen bana kansın
sen bana korku.
can bitap
can paramparça
can ağlamaklı
can hep ölüyor aynı dizelerde.
melankoli : saklı nişanlım!

hala acını hissediyorum
ve biliyorum ki
gitmek istemedin
istemedim.
isyanım sana değil.
isyanım kimseye değil
huzurlu gecenin ardından gelen
o ezan sesinde unutulmuş kayıp
karmakoma düşlerimde
ben neden yiterdim
ben neden yitirirdim seni
kollarımdan usulca kayarken sen
ben neden hep ölürdüm
şimdi tam hatırlayamıyorum
yolun sonunda
geç kalmış her şey.
şimdi tam hatırlayamıyorum.
neden çekip gittiğimi o sabah
ve hatırlayamıyorum gündüzün bana
ne çok hakaret ettiğini
o sabah
hatırlayamıyorum.

23 Nisan 2010 Cuma

Sobe


özrü kabahatinden beter bu gece bu tufanın
artık kelimeler yetersiz kalıyor bir yerde
ölüm kadar açık bu anlamsızlık
-fizik kuralları ardımızda kalıyor-
yaratılmış binlerce senaryonun arasına çullanan
tabirsiz hayallerim var
-kırmızı,siyah,püsur,at renginde-
eski aşkları kazıtmak gibi kafadan hani
silip atamadığım bir hayal(et)sin
aynalar paramparça , ruhlar hep sökük!
etin etime sobelenmiş de sanki
aynı melodiler akıyor boğazımdan
hep kırık - dökük.

hiç mızmızlanma
bu şiirin kabahati sensin
ayıbı senin.

sen benle aynı havayı teneffüs etmeye bile
tenezzül etmiyorsun
ne acı , ne ayıp!


değişen tek şey bu gece
son sürat
aklanamayan
gaz pedalı.

kıyamete doğru!

18 Nisan 2010 Pazar

Veda

bir veda senfonisi bestelendi adeta
anın içine sıkışmış , yalnızlığı beklerken
irkildim.
sesin beni yordu.
sesin reva mıydı kurumuş topraklarımda
yağmur muydun gizlice yağan , bilemedim.
sesin itti beni jiletlerin o kör gölgesine.
uykuların kesti bileklerimi
kan içinde uyanışım oldun.
ben bugün sende öğrendim ;
sevmek senleyse
benim ağzıma büyük kaçan bir kelime.

yoruldum ölmekten

fiilsiz yalnızlıklar sığıntı gibi duruyor tomurcuk gecemde
her dileğim birer birer darağacına sarılıyor
oysa meyve vermiyor
kimse bilmiyor
dibe çöküş var dizelerde bu akşam
yıllar bir kadehçik viski olmuş
kırık bardaktan boşalan.
gece üzerime son sürat boşalırken
ben en yalnız matemlere ödünç veriyorum dudaklarımı
hayatımı idam ediyorlar
görmüyor musun
feci bir kayboluş izliyor klavyedeki her harf
yalan her düş artık
düşlerim kendine kayıp
uykular düş şimdi
uykusuz geçen geceler beni anlatamaz sana
hangi replikte adımı bulursun ; bilmiyorum
adımı cümlelerinde kullanırken
neden hep ölü tutarsın bedenimi?

15 Nisan 2010 Perşembe

/2




ne bok yiyorsun orda bilmiyorum. çok uzun zaman oldu sesini duymayalı, yüzünü görmeyeli. özlüyorum sanırım bazen seni. ellerini özlüyorum. gözlerini ve gülüşünü en çok. düşüşlerini, bana kızışlarını bile özlüyorum. yaparız deyip yapamadığımız onca şeyi özlüyorum. ağlayamıyorum ama. trenler bomboş. ve şairin dediği gibi her şey. biliyorum, sana giden yollar kapalı...

ismimi anıyor musun bilmiyorum. aklına geliyor muyum? ya sen hatırlıyor musun beni? gülüşümü? şiirlerimi pek severdin sen. sana yazmıyorum artık. sana yazamıyorum artık çünkü sana yazdığımda darılıyor bana hayat. haketmiyormuşsun. öyle yazıyor gazetelerde. beni artık sevmediğinden bahsediyor tüm şarkılar...

beni görüyor musun hiç rüyalarında? bilmiyorum. rüyalarına konu olamayacak kadar değersiz, eskimiş miyim? buruşturdun mu beni? kırmızıdan siyaha çalar oldum ben. dev fil mezarları gibi içimde sana ait olan boşluk. gelmeyeceksin hiç geri, değil mi?

doğru mu tüm bunlar? bilmiyorum. senin şehrine geliyorum. seni görmeye cesaretim yok. tüm hatanın bende olduğunu düşünüyorsun, eminim. hatayı hep başkalarında ararsın zaten hep sen. kendin sütten çıkmış ak kaşıksın çünkü sen. mükemmelsin çünkü sen. kusurun yok hiç çünkü senin. kızıyorum sana kimi zaman.

ne bir resmim var ne de bana ait herhangi başka bir şey değil mi? hem belki taşınmışsındır da o evden. anılarımızı da bırakmışsındır başkalarına. başkaları ne yapsın bizim anılarımızı? onlar bizimdi. kırdın belki. unufak ettin her şeyi. bilmiyorum. senden haber alamıyorum, ulaşmak istiyorum, itiyorsun beni. ve üzülüyorum , sana giden yollar kapalı...

nasıl tanışmıştık, hatırlıyor musun? sanmıyorum unuttuğunu. unutmuş olamazsın.

ve evet. trenler bomboş. istasyon bomboş. vapur ağlıyor, iskele de batmış. öyle demiştin sen. ağlamıyorum, merak etme. suçluyum, her zaman olduğum gibi yine suçluyum. biliyordum sonumuzun geldiğini ama bu defa geri adım atamazdım. parçalanmaktan yorulmuştum çünkü. kıskanıyordum seni, görüyordun ve umursamıyordun. ellerimi gözlerimi çalıp da gittin. hayatıma girişin gibi çıkışın da ani oldu, alelade oldu, üzücü oldu. çok seviyordum.

saçlarını kızıla boyamışsın tekrar. seni göremiyorum. adını duysam içim cız ediyor. gelmeyeceksin hiç geri, değil mi?

ağır bilinmezlikler kumpanyası


kim bilir şimdi ne yapıyorsun orda ve kim bilir şimdi ben ne yapıyorum burda. adım hiç anılmayacak dudaklara sürülmüş, mum gibi hep. eriyip giden bir şeyler var ve yıldızsız gece. saçlarının dibine yattığım saatleri yutuyor heceler. ellerim çıplak, gözlerim düşüyor.

1

ben hiçbir kapıya ait değilken bir anahtar deliğine sıkışmış gibi bakıyorsun. susma öyle. *

M*

kolları bağlı bir hüzne lakap takan bir gece atlısı
atından düşüp namluya dayanan bir cengaver ki
ıslak bir kaos gibi tutkusu
bir pencere kenarında pervasızca susar gülen adam
güller onu açar, gülüşlerde hep onun siması.

teninde kaç peri konaklar?

bilinmezin ötesinde bir yerlerde dilsiz bir kaldırım çiçeğisin. o kaldırımın izbe bir sokağa çakılmış, orda öylece öksüz bırakılmış, sevgisizliğiyle renksiz bir telaşa kilitlenmiş dudakların var senin.

hassassın. dokunamıyorum seni incitirsem diye yaralarına. uzansan dolunayı çekip alacaksın sanki geceden. öyle güzelsin ki.

koyu gölgeler bıraktı arkasında yaşadığım her aşk
geçtiği her koridorda yaman ayakizleri,
ürküten sessizlikler, cevapsız sorular
ve hileli dokunuşlar bıraktı her biri.

bundan olsa evimin koridorlarının ağır küf kokusu.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Ünlem

safkan bir aşkla bağlıydı ellerim sana
sözcüklerim kelepçelendi şiirlerimin
geleceğine miras kaldığı an.
aklımda iki şahıs
kayıp iki şuur
bilince artı iki.

saçlarınsa yanık bir çoban türküsü gibi
birkaç saniyeliğine de olsa
kulağımda bozulmadan sesi
içimi acıtıyor
herkesin çocuk olduğu bir ütopyada.

uykular tatsız
günler akşamsız geçerken
düşler firar ediyor
geceliksiz bir baykuş penceremin pervazında
ve buluta tutunmuş bir güvercin
çok ağlıyorlar.

3 Nisan 2010 Cumartesi

içsel yakarış


saat başı sırayla ölüyorduk
hatırlıyor musun?
çok fazlaydı ve zayıftı matematiğimiz.
kimyamız, beden dilimiz...
hep zayıftık hikayemizde.

ne için savaştığımızı bilmiyorduk.
ama seviyorduk işteuyuyor, uyanıyor, seviyorduk
zaman aşımına uğrayıp çürüyen deliliğimizi
anlamsız demeçlerle süslemiştik.

Alice'tik Harikalar Diyarı'nda
sövüyorduk
uyuyor, uyanıyor, seviyor, sövüyorduk.
duygularımızı sömürmesine izin veriyorduk insanların
kan kaybediyorduk sevda denilen vahşi bir ormanda
vahşi bir hayvanın kollarında.

ve içimizdeki ağır yaralılardan bahseden ne bir gazete vardı
ne bir bülten...

belki en çok da buna kırıldık.

Altı - Üstü

x'i y'si bol bir matematik işlemi...

Biz!

toprağa inen acı, kutsal bir değişim
sayısızlık bu, ötelerden sınırlara ulaşıp
tüm molekülleri yok ediyor yarattığımız hiçlik.
unutmayı hatırlamak gibi...
bunca ölüm ağacı...
geçmişe uzanıp da
sokup elimi hatıralara
çıkarsam ordan rüyalarımı katleden
o melon şapkalı kadınları.

biliyorlar aslında,
ölü olamayacak kadar yaşlı artık hepsi.

mayıs, 2007